9 Ekim 2011 Pazar

piyano piyano bacaksız...

portre

st. antuan- istiklal caddesi



3 Ağustos 2011 Çarşamba

Gitsem de her yerde biraz vardır

İnfilak



Ben gidince hüzünler bırakırım
Bu senin yaşadığındır
Bir ev sıkılır kadınlardaki
Bir adam sıkılır kadınlardaki
Seni sevmek bu kadar mı
O benim yaşadığımdır.

Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
İstesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.

Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansız bir plak
Bir otel kapısı, biraz istasyon
Vardır o seninle birlikte olmak
Buluşur çok uzaktan ellerimiz
Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak.





E. CANSEVER

hadi bakalım, unut unutabilirsen..


Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi yerime koy birini koyabilirsen
Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen

Ben sen sen diye bittim oğlum
Hadi bakalım unut unutabilirsen
Ben seni yudum yudum içtim oğlum
Hadi ol eskisi gibi olabilirsen

Uzak benden aşk uzak artık
Kanun mudur bu yasaklık 


6 Temmuz 2011 Çarşamba

dalyan dalyan

geçmiş-te....


ve bir sabah aniden yapayalnız uyanırsın..

yüreğimin üzerine uzanan bir el ile ölmek istiyorum...




böyle de güzel bi şarkı...
karakter için birebir

Yeniden baslamak...

En basta yeniden asik olmak.)))

4 Temmuz 2011 Pazartesi

jim morrison



http://www.youtube.com/watch?v=NxyZdTKQNfI&feature=fvst

30 Haziran 2011 Perşembe

trainspotting

edip cansever...

Phoenix / Edip Cansever

Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.

Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi gün ışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından.




Phoenix,  Edip Cansever (Şiir - Tam)
Kaynak: Petrol, Toplu Şiirler I , Adam Yayınları, 1990

18 Haziran 2011 Cumartesi

sincaap çokk meşhur oldu--m. nutzz ve erikli.)

sincap figürünün son zamanlarda reklamların aranan yüzü olması beni çok sevindirmekte ve eğlendirmektedir. tekliflere açığım.)))
tıklanma rekorları kırıyormuş.



nuttzz sincapının üniversiteli hali bana pek bi benziyo:)


vuvvv facebookta fan sayfası bile kurmuşlar...


daha fazla video için bknz:


hepsi bir arada::


bir de erikli'nin uludağın zirvesinden gelen reklamı var pek tabiki... onda da sus işareti yapan sincap dikkatleri çekmekte, şu an bu sincapın koca koca resimleri billboardları süslemekte.)) gördüğümde mutlu oluyorum, yoluma gülümseyerek devam ediyorum, kendimi çok meşhur olmuş gibi hissediyorum.)))

reklamın tamamı için ise bknz;



umarım daha da meşhur olur tatlı sincaplarrr....

11 Haziran 2011 Cumartesi

şimdi ortaçgil dinle-me...

bazı şeyler onulmaz yaralar açar, incitir, yıkar, geçer... incitir işte ötesi yok!! kolun kanadın kırılır... dinleyerek her sabahı gözlerini açtığın şarkı, şarap içerken dinlediklerin, heyecanla yolculuk yaparken dinlediklerin, mumları yakıp dinlediğin, uyurken dinlediğin..... ve liste böylece bir ortaçgil külliyatına kadar dayanır...

kirletilinceye kadar..

sorabileceğim tek soru var; bunu nasıl yaptın?


Nisan denizi gibi acıtır
Hoş geldin değil hoşça kal acıtır
Aklında resimler hep geri sarıyorsan 
Birazda duygun varsa acıtır
Güneşe bakmısız gibi acıtır
Tutuşmuş da yanmamışız gibi acıtır
Ustün biraz hafifse ve ayaz bindirmişse
Kacacak yer yoksa acıtır
Tepemizde bulutlar yağmuru unuttular
Kuru toprak gibiysen acıtır
Ay dolunay, deniz yanıyor
Ben nerdeyim, ben nerdeyim, ben nerdeyim
Saat çok geç belki gece üç
Kimlerleyim, kimlerleyim, ben nerdeyim
Öğrenmiş de inanmamışız gibi acıtır
İnanmış ama öğrenmemişiz gibi acıtır
Aklın havadaysa ve sen yerdeysen
Bir de fark edersen acıtır
Yudum, yudum biriktirmişiz 
Biri çarpıp dökmüşse
Artık dolmuyorsa acıtır






Tutuşmuş da yanmamışız gibi acıtır

yalancısın!

8 Haziran 2011 Çarşamba

çok erken değil mi?


 -Hala yalnız mısın?
- Sadece özgür…
- Peki mutsuz?
- Sadece alışmış…
- Peki ya aşık?
- Sadece eksik… Peki ya sen… Hala bekliyor musun?
- Beklemek şimdi hiç duymayan birine dünyanın en güzel şarkısını söylemek kadar anlamsız…
- Peki ya umut?
- Umut şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansız.


Herkes gider mi… Herkes gider mi… Söyle bana küçük adam…
Çok erken değil mi… Erken değil mi… Söyle bana küçük adam...
Yağmur diner mi… Yağmur diner mi… Söyle bana küçük adam…
SÖYLE BANA KÜÇÜK ADAM.

5 Haziran 2011 Pazar

being alone, doesn't mean that your free....

gösterebildiği bir cesaret örneği, karanlık ve ıssız yollarda, geceleri farları söndürerek araba kullanmaktı... çok heyecan vericiydi evet, çok da keyifli... çok gülerdik... ama bu bir şeye yaradı mı? hayır! önemli olan, cesaretini, gerçekten hak ettiği yerde gösterebilmekti. bu da gerçekten zordu... ya da ona zor geliyordu. zaten her şey ona zor gelirdi. simdi kaçtığın zorlukların gölgesindeki parkta oturuyor ve kendini izliyorsun. bu da sana garip bir haz veriyor.

karanlık yollarda, farları söndürüp korku ve heyecanla karışık güldüğümüz günlere...

i m not alone, alone...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

edip can-sever.

şair olmak acı çekmeyi birlikte getiriyor sanırım. öyle ki, şair ruhlu olanlar bile bile kendilerini acıya atıyorlar, bile bile çaresiz kalmayı seçiyorlar, korkaklığı seçiyorlar,cesur yanları hep acıdan yana, hepsi bile bile, ve sonunda da bile bile yazıyolar... çok dokunuyor yazdıkları, acıdan geçerek pişiyor, ölümsüzleşmiyor mu?
 
                                                                                                                     "sincap"
Edip Canseveri'in ölümünün ardından füsün akatlı yazmış:

-viran bağ’a gidemedik. dört yıldır, her bahar viran bağ’a gideceğiz, gidemiyoruz. "seni viran bağ’a götürmeden ölecek değilim ya" demeleri boş. edip öldü. yazılmamış uzun ada şiirini, yaşanacak günlerin en güzellerini değlse de, mutlaka çok şiirlerini, kalemine düşmeyi beklenen doğmamış armonileri, güne çıkmamış imgeleri bıraktı, öldü. istanbul’u, pasajı, beşiktaş’ı, bebek’i, alkolü, otelleri, hüzünleri, aşkları, acıları, yalnızlıkları, bizleri piç gibi bırakıp öldü. sadece ölümü aldı yanına, giderken sevgili arkadaşım edip. neler almalıyım yanıma dedi, dedi de, bir ölümünü aldı. ölümü şiirlemek için.

"doğruyu söyleyen yalnız
o mu, rilke mi
ölümünü içinde taşıyan"

derken, ölümünü böyle erken, böyle apansız dışavuracağını bilir miydi? her şiir için bin sancı çeken ve hep "kendine sızan kocaman bir oyuk " olan şair, dünyayı kocamandan da öte bir oyuk haline koyan ölümünü, gözünü kırpmadan ölüversin? acılar da cıdı artık, yıllar eskidi, epridi ve edip derken, şiir derken, "zamanın minesi soldu."

...

"orası bir ölümdür şarabımı doyuran
ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
vaftizi gün ışığında bir garip protestan
tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
yeniden doğmak için çıkardığım yangından."

ve değil mi ki istanbul’da yaşıyoruz, istanbul’suz kalmış gibi de olsak ("ne gelir elimizden insan olmaktan başka"); öyleyse ver elini istanbul’un şairi edip cansever, istanbul’un insanları, edip’in insanları… birimiz kalsak soluk alan, soluk alacak olanlar: oltacı eyüp, yakup, dökümcü niko, fener bekçisi salih, kontrbas öğretmeni rıza, hizmetçi frdevs, ester, cemile, cemal, seniha… bir kitabın iç kapağında el yazısıyla “ağlama artık, bak işte ruhi bey geldi!” ile ruhi bey, cenaze kaldırcısı adem, kürk tamircisi yorgo, lusin ile vartuhi, diran ile armenak, stepan…

"ve tuhaf bir şekilde bir uçuruma akıyoruz
ne düşmek, ne sarkmak, ne gitmek bir parça ileriye
öylece kalıyoruz
öylece kalıyoruz
öylece kalıyoruz."

sevdiklerimiz azalıyor, bizi sevenler azalıyor, sevilesi insan azalıyor, şiir azalıyor yaşamımızdan. o zaman işte bütün renkler sarıya kesiliyor. ta umutsuzlar parkı’ndan, düşlüyor ölümünü ruhi bey’e iki dize akıyor:

"ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini."

yok, yok! ölenle ölünüyor. eksik, yarım raconsuz ölünüyor ama, her sevgili ölüyle birazdan fazla, epeyice ölünüyor. mendillerde kan sesleri.-*

bugün neden gelmedin...

Bugün Neden Gelmedin
Bugün neden gelmedin?
Burası bomboş sensiz.
Bugün neden gelmedin?
Yalnızca hayalin kaldı bende.
Sen şimdi benden habersiz uzaklarda,
Yollarımız belki kesişmez asla.
Oysa gelseydin bu akşam gün battığında
Bir umut vardı ama gelmedin.
Bir gün elbet,
Sen ve ben,
Buluşuruz bir deniz kıyısında
Belki de yıllar sonra,
Rastlarım sana mehtaplı bir yaz akşamında
Ama bugün neden gelmedin?
Bugün neden gelmedin?
Yalnızca hayalin kaldı bende.
Bugün neden gelmedin?

Hayat ve anlamı...

Hayat ve anlamı

Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.


Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.

Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.

Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam ajansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.

Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.

Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.

‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.

Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,

Bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.

Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.

Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.

Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?

Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.



                                                                                                   Kaan Sezyum




Kaan Sezyum1976 Heybeliada - İstanbul

Heybeliada'da keyifli bir çocukluk geçirdim.
Çok ufakken yüzmeye ve dalmaya başladım.
Kışları kartopu oynadım. Yazları dondurma yedim.
Ufakken davul çalmaya başladım.


Biraz büyüyünce de yazı yazmaya başladım.
Photosop'la tanıştım, kendisini çok sevdim.
9 yıl mimarlık okudum, bitiremedim.
Arada hep yazı yazdım.
Çeşitli ulusal gazetelerde ve dergilerde köşe yazarlığı yaptım.
Biraz daha davul çaldım.
Halen Radikal gazetesinde ve Penguen'de yazıyorum, kolajlar yapıyorum.
Umarım daha fazla büyümem.

sen benim hiç ısınmayan ellerimsin...

Hep aynı sessizlikle geliyor gece…
Hep aynı yalan dolan masalları dinliyorum yine…
Hep aynı yüzler, hep aynı sesler peşimde…
Anlatamıyorum, inandıramıyorum kendime…
Sen benim yarım kalan cümlelerimsin…
Hiç söyleyemediğim, söylemediğim o sözlerim…
Sen benim hiç ısınmayan ellerimsin…
Hiç unutamayan, unutmayan o kalbim…

Sen benim eksik kalan yerimsin…
Kapattığım pencereler, güneşlere çektiğim o perdelerim…
Sen benim hiç sevmediğim sessizliğimsin…
Kaybettiğim yolum, korktuğum karanlık, hiç tutamadığım o yeminlerim…
Sen benim terk ettiğim şehirlerimsin…
Düştüğüm çukur, uzanan ellerim, hiç tutunamadığım gidenlerim…
Sen benim kovulduğum cennetimsin!
Eğdiğim yüzüm, sövdüğüm aydınlığa hiç açamadığım gözlerim.

C. Adrian

aşk üzerine söylenmemiş herşey...

kimse bilmez, kimse duymaz
bir tek ben bilirim seni sevdiğimi...
bir de sen bilirsin biraz..

28 Mayıs 2011 Cumartesi

http://www.youtube.com/watch?v=3ZFMHfL5WZA&feature=youtube_gdata_player
Beyaz bir etege dokulen bir bardak cayla basladi hersey... Cok zaman gecti... Simdi o etek valizimde, benimle yani, uzerinde sari cay lekesiyle, cay sekerli oldugundan olsa gerek... Simdiyse sekersiz iciyorum. Degisiyor insan, ama etekteki leke baki kalacak... Sanirim buyuyorum.

21 Nisan 2011 Perşembe

sarıl bana ruhum, ne olur... sar beni...

sevmesem öyle kolay çekip gitmek...

16 Nisan 2011 Cumartesi

bir başlangıç...

2 Nisan 2011 Cumartesi

tiyatro zamanı= Profosyonel

http://www.istdt.gov.tr/turkce/oyunlar/oyun.asp?lngPlayID=339

dün küçükçekmece devlet tiyatrosu sahnesinde izleme fırsatı bulduğum, geçen seneden bu yana kapalı gişe oynayan "Profosyonel" oyununa -bilet bulan herkesin- gitmesini tavsiye ediyorum. Yetkin Dikinciler ve Bülent Emin Yarar'ın tam anlamıyla oyun esnasında transa geçtiğini düşünüyorum. kah gözyaşı döküp kah şen kahkahalar attıkları, anılara doğru yolculuğa çıkaran bir oyun. her sahnesi ayrı bir mesaj içeren ve bittiğinde şöyle bir silkinerek yolunuza devam etmenize yol açan oyun...

en keyifli kısmı da sanırım çıkışta Yetkin Dikinciler'le birkaç cümle konuşma fırsatı bulmaktı:)) 1.94 cm boyunda tam anlamıyla içten ve sempatik bir oyuncu, ses tonuyla, performası, jest ve mimikleriyle oyun boyunca beni büyüledikten sonra, sıradan bir şekilde iyi akşamlar diyip ayrılasım gelmedi nedense:))


http://www.devtiyatro.gov.tr/web/oyunlar/oyun0961.html


Yazan: Dusan Kovaçeviç
Çeviren: Başar Sabuncu-Bilge Emin
Yöneten: Işıl Kasapoğlu
Oyuncular: Bülent Emin Yarar, Yetkin Dikinciler, Gülen Çehreli
Dünyaca ünlü Sırp yazar Duşan Kovaçevic, Yugoslavya’ daki büyük dönüşümden önceki ve sonraki toplumsal-politik yaşamı, bir entelektüelin yaşam öyküsü içinde, kara-komedi türünde ve ironik bir üslupla anlatıyor. 40 yaşlarında bir edebiyat adamı, bir sekreter ve bir gizli polisin sürprizlerle dolu soluksoluğa izlenecek hikayesi.

11 Şubat 2011 Cuma

bez torba=çevreyi koruma



Dünyayı Bez Torbanda Taşı


Bir yılda, bir birey olarak ortalama 500 plastik torba kullanıyoruz. 

Bu tüketime bir dur demenin plastik torbalar yerine bez torbaları kullanmanın artık tam zamanı. Tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılan bez torbalar, artık Türkiye’de de kullanılmalı çok geç olmadan.

Bu site, bez torbaların kullanımının yaygınlaştırmayı; dolayısıyla plastik torba kullanımı azaltmayı bez torba kullanmayı alışkanlık haline getirmeyi; doğaya ve çevreye duyarlı bir yaşam tarzını benimsemeyi; ve uzun vadede geri dönüşüm bilincini kazandırmayı amaçlamaktadır.

Gelin siz de bu projenin parçası olun, doğayı koruyun.


http://www.beztorbakullananlar.com/

artık bez torba kullanma zamanımız geldi de geçiyor bile... eski filmlerde bile pazar filesi kullanıldığını görünce ülkemiz ileri mi gidiyor geri mi gidiyor anlıyoruz. poşet torba kullanım oranı, o ülkenin geri kalmışlığı ile doğru orantılı... ne kadar çok kullanıyorsan o kadar gerisin!! özellikle marketlerde gözlemlediğim şey, alınan her ürüne bir poşet torba almak ve üstüne de -evde lazım olur- mantığıyla bir kaç boş torba daha alıp, gururla marketten ayrılmak... bazı market zincirleri doğada eriyen torba kullanımına geçti fakat ne çare...

çevremizi korumak vatandaşlık görevinden de öte bir durum, global bir olay...

bez torba kullanım açısından çok daha işimizi kolaylaştırıcı aslında. örneğin kirlenince yıkayabiliyorsunuz, kolay kolay yırtılmıyor, poşet torbalara nazaran ellerimizi daha az acıtıyor ve uzun sapı varsa kolumuza asıp daha rahat taşıyabiliyoruz. katlanınca da çantaya sığdırmak çok basit::)

bez torba almak isteyenler için, fiyatları çok makul. bakınız;

http://beztorba.com.tr/index.php?route=common/home

fakat bez torba diyince aklıma daha orijinal şeyler geliyor. örneğin bu sayede insanların artık tarzına uygun alışveriş torbaları olabilir. kolay bez torba yapımı için;
http://www.beztorbakullananlar.com/%C5%9F%C4%B1k-bez-torba-yap%C4%B1m%C4%B1.html

http://www.beztorbakullananlar.com/astarl%C4%B1-cepli-bez-torba-dikimi.html

illaki para ile satın almak zorunda değiliz aslında. evde bulduğumu kumaşları birleştirerek ve kendimizden birşeylerle süsleyerek çok dikkat çekici, orijinal ve kişiye özel bir alışveriş torbası sahibi olmak mümkün...




modayı takip etmekte gösterdiğimiz hassasiyeti, çevreyi korumak için de gösterebiliriz. zor değil:)))

ayrıca daha çok ilgimi çeken şeylerden biri de firmaların bu konuya  verdikleri destek. üzerinde reklamlarının bulunduğu bez torbaların satışını destekleyerek çok ucuza reklam yapabiliyorlar. hem de sürekli insanların ellerinde kollarında gezen bir reklam. daha iyi ne olabilir ki??  örnekleri;




yine alacağınız anlamlı bir bez torba ile akıllarda kalıcı, hep kendini hatırlatan bir hediye de mümkün. son trend kupaya, yastığa, puzzle a fotoğraf bastırmak. bez torba da bir alternatif olabilir. hediyeniz her an sizinle gezer:)  anneler günü için yapılanı var mesela;



bez torba kullanmak istedikten sonra, bunu zevkli hale getirmek, kullanışlı ve vazgeçilmez kılmak, en önemlisi de yaygınlaştırmak elimizde:))


herkese bez torbalı alışverişler diliyorum:)))

10 Şubat 2011 Perşembe

süper yaa:)

daha önce bunlardanistiyorum.com dan bahsetmiştim. orijinal, dikkat çekici, çarpıcı ve bence en önemlisi işe yarar hediyeler almak için birebir. benzer bir site daha olan http://www.superyaa.com/hediye/index.aspx ile tekrar karşınızdayım.
birine hediye alırken bir köşeye atılmayan türden olması çok önemli. özellikle son dönemlerde özel günlerde alınan verilen hediyeler oldukça sıradanlaştı. sıradan hediyelerden eskimeyenler de var elbette, örneğin çiçek:) erkeklere hediye almak çok daha zor tabiki... ama artık peluş ayıcık, seni seviyorum yazan kırmızı yastık, çikolata gibi hediyeler pek tutmaz oldu. yerine ise, hem kalıcı hem eğlenceli hediyeler gündemde;

özellikle şu benim çok diikatimi çekti, yaklaşan sevgililer günüyle birlikte:


Suck Uk glow grafitti, yani fosforlu yazı spreyi:) hele ki yazınınızın güzelliğine ve graffiti yeteneğinize güveniyorsanız eşşiz bir hediye:) fosforlu harflerle yazıların hem kalıcı hem de eğlenceli olacağı kesin:) detaylar için; http://www.superyaa.com/hediye/14-Subat-2011-Sevgililer-Gunu-hd14.aspx


eğer kitap okumayı çok seven ve bir türlü kitaplarını derleyip toplayamayan birine hediye almak isityorsanız, bunu sağlamayı eğlenceli hale getirecek bir kitap tutucu alternatifi de mevcut;
bence bu hediye, dağınık ev arkadaşları için de birebir:):) kalp kırmadan derli toplu olmayı sağlayıcı...

ayrıcaaaaa, kollarına dövme yaptırmaya özenen fakat buna bir türlü cesaret edemeyenler için de hem ucuz hem de orijinal bir çözüm önerim var;



5 farklı çeşidi bulunan kol eldivenleri çok kullanışlı gibi duruyor. özellikle son zamanların trendi olan kalın kordonlu spor bir saatle kombine edilirse, gerçek dövmeden farkının anlaşılması daha da zorlaşacaktır. sıkılırsanız bir başkasını takarsınız ya da tamamen çıkarıp atarsınız. öyle lazerle kalıcı dövme sildirme derde yok, fiyatı da çok uygun. 

eğer arkadaşlarınıza sürpriz yapmak istiyorsanız, dövme yaptırdım diyerek karşılarına çıkabilirsiniz

iyi eğlenceler, mutlu hediye seçimleri:)))



mabel matiz

mabel matiz'le tesadüf üzerine tanıştıktan sonra kendimi her gün onun myspace inde bulmaya başladım. şarkılarını defalarca defalarca dinlemişimdir. sonra şarkı sözlerini bir şiir edasıyla okuyup, sayısız kez dinlediğim şarkıya tekrar aşık olmuşumdur. yeni yeni şarkılar yapsın bir an önce, hep dinleyeyim, hep dinleyeyim...

http://www.myspace.com/mabelmatiz




-filler ve çimen-

çimenler fillerle de güzel
kalbin korkularıyla cesur
firarlar yakalanmak için
ihanet aslında sadakatin tavrını sever
elinde bi' paslı makas
kestikçe zaman, uzuyor acının saçları
hatırlayarak yaşamak boynumuzun borcu ama
ölürdün unutmasan
kaybederek çoğalırsın
gözyaşının rahmeti can üstüne
uzak bi deniz kıyısında
kendi yara kabuklarını yar ederek kendine
ah nice kez küseceksin
gördüğünün zahmeti gönül üstüne
uzak bi çigan masalında
çayda kederli çıralar tüttürerek
barışırsın ötekinle
ki yalatır o
sen tükürürsen

söz beste: mabel matiz

jehan

9 Şubat 2011 Çarşamba

animasyon kısa film

animasyon filmlerin nasıl yapıldığını merak ederdim. çok zahmetli bir iş olduğunu biliyordum fakat Kirsten Lepore'nin blogunda ve web sitesinde paylaştığı videolarla o büyülü çekim serüvenini izledim.  www.vimeo.com'un kısa film yarışmasında da ödül alan videosunu paylaşıyorum. aynı videonun kamera arkasını da izleyebilirsiniz. ben kendisini ve çalışmalarını pek sevimli bulmaktayım:)

http://www.kirstenlepore.com/

http://vimeo.com/awards/finalists/animation

gözlük sendromu


bu fotoğraf bana 2 buçuk yaşımdan beri gözlük taktığım gerçeğini hatırlattı. paylaşmadan duramadım. çok sevimli:) gözlüğün ne olduğunun farkında olmadığına eminim:)

farklı hediyeler arıyorum diyenlere:)



farklı, işe yarar, güldürür, dikkat çekicidir...:) sıradan hediyelerden sıkılanlara bunlardanistiyorum.com'da farklı alternatifler var. özellikle ofis objeleri hoşuma gitti:) hediyenizin, verildikten sonra bir kenara atılan türden olmasını istemiyorsanız bence bu siteye göz atmayı unutmayın:)

örneğin fotografta gördüğünüz aslında bir kahve kupasından ibaret, objektif şeklinde kupa:)


splat stan bardak altlığı:)

emzirme reformu gerekli!

http://emzirmereformu.com/


annem ne zaman bebekliğime dönse çalışan bir anne olarak çektiği sıkıntıları anlatır. emzirmek için iş yerinden eve gelip gidişlerini... her ne kadar doktorlar 6 ay anne sütü zorunlu dese de çalışan anneler için Türkiye'de bunu sağlamak çok güç. bu sitenin en çok şu sloganını seviyorum;


Türkiye'de ilk altı ayda sadece anne sütü ile beslenen bebeklerin oranı%1,3. Beş yaşın altındaki çocukların %25'inde beslenme eksikliği görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık %15'i beş yaşın altında. Ve bu çocukların 63,000'i her yıl önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor.(Kaynak: UNICEF Türkiye, Anne sütüyle ilgili gerçekler)

Gerek bu gerçekler, gerekse çalışan annelerin emzirme ve süt izni konusunda yaşadıkları sıkıntılardan yola çıkarak başlatılan Emzirme Reformu, anne sütü ve emzirme hakkındaki farkındalığı arttırmak ve bu konuda bazı değişiklikler yapılması gerektiğine dikkat çekmek üzere başlatılan bir harekettir. 


 bir de yeni doğum yapmış annelerin yazdıkları çok kanıma dokundu... bu reform hakikaten gerekli, sağlıklı bebekler ve anneleri için... 


beni koruyun!



son zamanlarda medya da daha çok yer bulan, pek çok ailenin farkında olmadığı fakat çocukların psikolojisi üzerinde derin etkiler bırakan cinsel istismara bende blogumda değinmek istiyorum. aslında tehlike çok da uzakta değildir. karşılaşılan cinsel istismar vakalarının pek çoğunda istismar eden kişi aile içinden ya da aileye çok yakın bir kişidir. çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı öğrenme ve böyle bir durumla karşılaşırsak neler yapmamız gerektiği konusunda bilinçlenmemizin zamanıdır. bu aynı zamanda bir sosyal sorumluluk bence. 

onlar kendilerini koruyamayacak kadar saf kalpli ve küçükler...

mesleğimize sahip çıkalım

https://www.pdr.org.tr/

indigo şubat ayı

http://www.livingindigo.com/main/default.asp